İLM-İ LEDÜN KİTABINDAN BİR BÖLÜM

İLM-İ SİYASET

İlm-i ledün ehli, ilm-i siyaset ehlidir.

İlm-i ledün bilmeyen, ilm-i siyaseti bilemez.

İlm-i siyaseti, Devlet yönetimindeki siyaset olarak düşünmemek gerekir.

Siyaset, seyis kelimesinden gelir.

Seyis, at terbiyecisine denir.

Seyis; terbiye eden, eğiten, güden, yön belirleyen, yol belirleyen demektir.

Eskiden Türk kültüründe, yabani bir atı terbiye edip binilecek bir duruma getirmeye “Seyis” denilirdi.

Bir genç, atı evcilleştirip, kendine alıştırdığında o atın sahibi olurdu.

Türk kültüründe “atı yönetemeyen, aileyi ve devleti yönetemez” deyimi vardır.

Eski Türk dilinde, At kelimesinden gelen “Atkarma” siyaset, idare etmek demektir.
“Atkarmak” ise, siyaset yapmak, idare etmek, başarılı olmak demektir.

İlm-i siyasette, öncelikle insanın kendi duygu ve düşüncelerini ıslah etmesi ve yönetmesi gerekir.

İnsanın içinde de vahşi duyguları vardır, bir atın ıslah edilmesi gibi, bu duyguları da ıslah edilmesi gerekir.

İnsanın gurur, kibir, kin, nefret, fitnelik, kıskançlık, bilmişlik, hor bakmak, gaddarlık, gibi zulme kapı açan duygularını ıslah etmesi gerekir.

İnsanın aklı ve gönlü vahşi duygulardan ıslah edilmesi gerekir.

Böyle duygu ve düşüncelerini ıslah eden bir kimse, karşısındaki kişinin de kendini ıslah etmesinde ona yol gösterebilir.

Kendi duygu ve düşüncelerini ıslah edemeyen kimse, öncelikle kendi evlatlarının yetişmesinde onlara yardımcı olamaz.

Kendini ıslah edemeyen bir kimse, sosyal alanda egosal davranışlar gösterir.

Mûsâ’nın nalınlarını ve âsasını terk etmesi, ıslah olma yolculuğun başlaması idi.

Kendini ıslah eden, ilm-i siyaset ehli olur.

Siyaset ehli olabilmek, bir Mürşid-i Kâmil’den yetişmekle mümkün olur.

İnsan kendini bilmek yolunda, kendi vücûdunun Rabbi ile buluşmalıdır.

Mürebbi, Rab kelimesinden gelir, terbiye eden, eğiten, ıslah eden demektir.

Bir Rab’den terbiye bulmayan, ilm-i siyasete erişemez.

Rab; efendi, terbiye eden, vücûdlandıran, vücûdun sahibi, anlamlarına gelir.

Yûsuf Sûresi 25. âyette bunu görürüz.

Hazreti Yûsuf, onu satın alan Mısırlı vezir için, “İnne hu rabbî ahsene mesvây” “Efendim bana barınacak yer edindirdi, güzelce baktı” dedi. (Yûsuf Sûresi 25)

Nasıl ki insan vücûdunu ve cümle varlığın vücûdunu terbiye eden, şekillendiren Allah’ın Rab esması ise, insanın gönlünü terbiye eden, şekillendiren bir Kâmil insandır.

Allah’ın Rab esması, bir cihetiyle Kâmil insandan tecelli eder.

İşte siyaset ehli, bir Kâmil insandan terbiye görmekle mümkün olur.

Siyaset ehli, basiret ehli ve feraset ehlidir.

Siyaset ehli, erdemli, dürüst, ahlaklı kimsedir.

Siyaseti sadece Devlet yönetiminde bulunmak olarak düşünmemeliyiz.

Siyaset ehli olmadan, Devlet yönetiminde başarılı olmak mümkün değildir.

İnsan öncelikle ilm-i terbiyeden geçmesi gerekir.

Kendi bâtıl bilgilerini, ilm-i bilgilerle yer değiştiremeyen kimse, kendini terbiye edemez.

İlm-i siyaset, sosyal alanda kişilerle olan diyalogların nasıl olması gerektiğinin ilmidir.

Hangi sözü nerede, kimse, nasıl söylenip söylenmemesi gerektiğinin ilmidir.

Kur’ân’ı layıkıyla bilen, orada her bir hitabın muhataplarını bilir.

Kur’ân ehli, kime ne söyleyeceğini, ne söylemeyeceğini bilir.

İlm-i siyasette konuşma üslubu, karşıdaki kişinin akli seviyesi ve huylarına göre değişir.

Konuşma uslûbu bazen yumuşak bazen sert olabilir.

Konuşma uslûbunda, kelimeler nasıl seçilecek, anlatım vurguları nasıl olacak, göz teması nasıl kurulacak, vücud dili nasıl olacak, sesin frekansı nasıl olacak, az ve öz nasıl konuşulacak, hep bunlar ilm-i siyasetin alanıdır.

Kişi konusuyla bağ kurmalı ki gönlü samimi olsun.

Samimi olmayan insanın enerji frekansı, karşısındaki insanda etkili değildir.

İlmi siyasette diğer bir amaç, karşıdaki kişinin ıslah olmasında ona yardımcı olmaktır.

Islah olmak öncelikle dilini tutmakla başlar, sonra da aklındaki ve gönlündeki olumlu ya da olumsuz duyguları analiz etmekle devam eder.

Sonra da İlm-i Tevhîd dersleri görerek, fenâfillah makamına ererek, kendi varlığından geçmekle, Allah’a teslim olmakla ıslah olunur.

Ezanda her gün 20 defa okunan “Hayye ale’s-salâh” ıslah olmaya yapılan bir çağrıdır.

“Hayye ale’s-salâh” namaza çağrı diye çevrilir.

Oysa orada “salâh” vardır, salât da salâh da aynı kökten gelen kelimelerdir.
Ve birbirini tamamlar.
Salâh olmadan “dâimi Salât” olamaz.

Salâh: Sulh, ıslâh olmak, rahatlık, yenilenmek, temizlenmek, iyi olmak, iyi hâl üzere bulunmak, durumu düzeltmek, uygun olmak, anlamında kullanılır.

Islâhat kelimesi de buradan gelir.
Kendi varlığından soyunmak, Hakk’ın nûr elbisesini giyinmek.

“Hayye ale’s-salâh”; ıslâh olun, yenilenin, varlık elbisenizi terk edin, nûr elbisenizin farkına varın, gibi çevirebiliriz.
Yâni; varlığın zâhiri ve bâtını yönüne bakıp şekil görmemek, sûret görmemek.

Varlık; sûret ve sîret boyutuyla, her iki cihetiyle de, bizzat Hakk’ın nûru ile sarılıdır.

İşte İlm-i Tevhîd dersleri ıslah olma dersleridir ve bu dersler kişiyi ilm-i siyasete eriştirir.

İlmi siyaset ehli, “İlm-i Tevhîd” ehlidir.

İlm-i Tevhîd dersleri ile yetişen bir kimse, nefsine ârif olmuştur, kibirden kurtulmuştur, Allah’a teslim olmuştur.

İşte o kimse ilm-i siyaset makamına da ermiştir.

Artık o yaratılan varlığın fıtratını, mizacını görebilir ve ona göre davranır.

O kimse, konuştuğu kimselerin duygu ve düşüncelerini görebilir ve ona göre davranır.

İlm-i siyaset ile yetişen kimse nerede olursa olsun, ilmî bakıştan ve rahmeti davranıştan ayrılmaz.

Siyaset ilmine erişen, Devletin yönetiminde görev alsa, Halk için koşar asla kendi çıkarı için değil.

İlm-i siyasetle yetişmeyen bir kimse, Devlet yönetiminde görev alsa, kendi çıkarı için koşar, bulunduğu makamın yozlaşmasına sebep olur.

İlm-i siyaset, ehil kişilerin yapabileceği bir durumdur.

Ehil olan emanetin ne olduğunu, kime ait olduğunu bilir ve ona göre davranır.

Kur’ân’da “Emanetleri sadece ehline verin” âyeti buna işaret eder.

Ehil olan kimse, konusuna vâkıf olandır.

Konusuna vâkıf olmak, ilmî ve edebi bir terbiye ile mümkündür.

İlmi ve edebi terbiye ile yetişen kişi, konusuna vâkıf olarak yetişir.

İlmi ve edebi terbiye ile yetişen ehil kişi olur.

Ehil kişi, ilm-i siyaseti hakkıyla yerine getirir.
Siyaset ehli; dürüsttür, hak yemez, rüşvet yemez, insan kayırmaz, insanların kuyusunu kazmaz, insanların malına ırzına göz dikmez, çalmaz, çırpmaz, yakınlarını zengin etme derdine düşmez, insanları inançlarına göre ayırmaz, cinsiyet ayrımı yapmaz.

Onun tek derdi vardır, oda bulunduğu makamda dürüstçe çalışmak, üretken olmak, adaletli olmak, Halk’a hizmet etmek.

İşte ilm-i siyaset, öncelikle kendini ıslah etmek, sonra da sosyal alanda birilerinin ıslah olmasına yardımcı olabilmektir.

Birine hangi sözü etmemiz gerektiğini bilmek, ilm-i siyaset ehli olmakla mümkündür.

Hazreti Muhammed’in; “İnsanlara akıl seviyelerine, istidat ve durumlarına göre hitap edin” sözü, ilm-i siyasete işarettir.

Her insanın aklı bir seviyesi vardır, anlama kabiliyeti vardır.

Yeri gelir direkt insanın kendine hitap edilir, yeri gelir birinin başına gelen bir şeyi anlatarak, dinleyene dolaylı hitap edilir.

Olgunlaşmamış insanların; kırılma, alınma, kızma, öfkelenme duyguları yüksektir.

Böyle insanlarla konuşurken, başkalarının başına gelen şeyleri örnek göstererek konuşmak gerekir.

Her insanın akli seviyesine göre konuşmak, ilm-i siyasettir.

Her insanın anlayabileceği kelimelerle, örneklerle, yavaş yavaş, içten, samimi, ilme dayalı delillerle konuşmak ilm-i siyasettir.

Birine bir şey sorarken ortaya sormak, ya da “bana şöyle bir soru sordular bilemedim, bunun açıklaması ne olabilir ki?” inceliğini göstermek, ilm-i siyasettir.

Bir insanın şeytani duygularını bitirmek, rahmânî duygularını açığa çıkarmak için yapılan ince taktikler ilm-i siyasettir.

Toplumda “sana söylüyorum kızım sen anla gelinim” sözü ilm-i siyasettir.

İlm-i siyaset ehli; tartışmalara girmez, insanların eksiğini aramaz, insanlarla alay etmez, kimseyi küçük görmez.
Onların amacı ve maksadı, insanları düşündürmek, ilimle ve edeple irtibat kurdurtmaktır.